Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Berat Özdemir: “Telleri aşmayı başardım”

Berat Özdemir: “Telleri aşmayı başardım”

Gençlerbirliği’nin ilk on birinde formasını tapulayan 21 yaşındaki Ümit Millî ön libero, EURO 2020 finalleri için A Millî Takım hayalini kuruyor. Özel bir antrenörle haftanın beş günü ekstra çalışan, beslenme konusunda amatör bir diyetisyen konumuna gelen, Fransızca ve İngilizce bilen genç oyuncu, bugün geldiği noktayı, “Gençlerbirliği’nde altyapı ile A takımın antrenman sahaları arasında sadece bir tel örgü vardır. Altyapıdaki bütün oyuncuların hedefi o telleri aşmaktır. Ben o telleri aşmayı başardım” sözleriyle anlatıyor.

Röportaj: TamSaha / Mazlum Uluç

Oynayabilen genç oyuncuya hasret çeken futbolumuz için nadide örneklerden birisin. Seni yakından tanımak istiyoruz. Ne zaman, nerede doğduğundan ve ailenden başlayalım istersen…

23 Mayıs 1998, Kayseri Melikgazi doğumluyum. Ailemin tek çocuğuyum. Annem diş teknisyeni, babam askerdi, emekli oldu. Babamın mesleği gereği çok dolaştık. Kayseri’de doğdum ama Ankara’da, Siirt’te, bir dönem de Atina’da yaşadık. Babam aslen Konyalı, annem Trabzon Maçkalı.

Gençlerbirliği’nin altyapısından içeri girmeden önce futbol topuyla nasıl tanışmıştın? Sendeki yeteneği ilk olarak kim keşfetti ve Gençlerbirliği ile ilişkin nasıl başladı?

Sekiz yaşındayken annem ve babam bana, “Berat, futbol mu oynamak istersin, basketbol mu? İkisinden birisini seç” demişlerdi. Ben de onlara futbol oynamak istediğimi söyledim. Çünkü o güne kadar Türkiye’de dolaştığımız şehirlerde olsun, Atina’da olsun hep sokak aralarında futbol oynamıştım. Hani evde de futbol topuyla oynayan çocuklar vardır ya… Ben de onlardan birisiyim. Hatta altyapıdan arkadaşım Utku’yla evde röveşata denemeleri yaparken çok vazo ve lamba kırmışlığım var. Yatağın üzerinde röveşata yapardım.

Henüz sekiz yaşında spora yönlendirmelerinden anladığım kadarıyla ailen de futbolcu olman konusunda sana destek sağlamış…

Çok destekleri oldu. Atina’da geçirdiğim iki yılda Fransız okulunda okumuştum. Ankara’ya döndükten sonra da iki yıl daha Fransızca eğitim veren bir okula devam ettim. Fakat bir süre sonra futbolla o düzeyde bir okulun bir arada yürümesi zorlaşıyor. Antrenman saatlerinizle okuldaki ders saatleriniz çakışıyor. Okulumu değiştirmek istediğimde ailem bunu hiç yadırgamadı, tam tersine kararımın arkasında durup beni destekledi.

Sonra okul hayatını nasıl sürdürdün?

Anadolu lisesinde okudum. Şimdi Ankara Üniversitesi Spor Bilimleri Fakültesi’nde antrenörlük bölümü öğrencisiyim.

Fransızca eğitimi, Anadolu lisesi, Atina’da geçen iki yıl… Yabancı dillerle aran iyi olmalı.

Atina’dayken Yunancam fena değildi ama şimdi konuşamam. Fransızcam ve İngilizcem ise gayet iyi. Şimdilik iki dil yetiyor (gülüyor). 

Yunanistan’da futbol oynamayı sürdürmüş müydün?

Altı ve yedinci sınıfları Atina’da okudum. Orada da futbol oynamayı sürdürdüm. Bir amatör takımın altyapısına iki yıl devam ettim. Oradaki ortama alışmama ve arkadaşlar edinmeme futbolun büyük katkısı oldu.

Gençlerbirliği altyapısı Türk futboluna her zaman önemli oyuncular kazandırdı. Son örnek de İrfan Can Kahveci. İrfan Can’ın yükselişinin altyapıda oynayan diğer oyuncuları nasıl etkilediğini ve Beştepe’de neler öğrendiğinizi anlatır mısın?

Gençlerbirliği altyapısının bugünkü şartları bizim zamanımızdan çok daha gelişmiş durumda. Görev yapan antrenörlerin ellerindeki imkânlar daha fazla. Pilates topları bir yana, sahada fonksiyonel antrenmanlar yaptırmaya başladılar. Bizim altyapıda bunları yapma şansımız olmadı. Tabiî o zaman da Gençlerbirliği Türkiye’nin en iyi altyapılarından birisine sahipti. Sahalarımız vardı, fitness yapabilme imkânlarımız vardı. Hocalarımız bize yeri geldiğinde abi, yeri geldiğinde baba edasıyla yaklaştılar ve gelişmemize önemli katkılar sağladılar.

Yeri gelmişken üzerinde en fazla emeği olan antrenörleri sorayım…

Altyapıdayken Tuncay Marancı ve şimdi Hacettepe’nin teknik direktörlüğünü yapan Gençlerbirliği’nin eski kaptanı Avni Okumuş Hocalarımı çok severdim. Avni Hocamın Anadolu lisesine geçişimde de bana çok yardımı olmuştur.

Peki, futbolcu olmasaydın ne olmak isterdin?

Pilot olmak isterdim. O mesleğe büyük saygı duyuyorum. Yüzlerce can size emanet ediliyor ve bir kabiliyet sonucunda o mesleğe ulaşabiliyorsunuz.

İrfan Can’ın gösterdiği yükselişin Gençlerbirliği altyapısındaki çocukların ve senin üzerindeki etkisi nedir?

Önümüzde gerçekten de güzel örnekler var. İrfan Can abi gibi şimdi Roma’da oynayan benim oda arkadaşım olan Yıldırım Mert Çetin var mesela… Daha öncesinde Gökhan Gönül gibi… Onlar bize altyapıdan çıkıp güzel yerlere gelmenin çok da zor olmadığını gösteriyor. Gençlerbirliği’nde şöyle bir yapı vardır. Altyapı suni çimde, A takım ise hemen yanındaki çim sahada çalışır. Arada sadece bir tel örgü vardır. Gençlerbirliği altyapısındaki bütün oyuncuların hedefi o telleri aşmaktır. Ben o telleri aşmayı başardım.

Mert Çetin, ismini henüz Türkiye’ye duyurmamışken Roma’ya transfer olarak büyük bir sürpriz yaptı. Şimdi de A Millî Takımımızın kadrosunda yer alıyor. Bize oda arkadaşın Mert’ten biraz söz edebilir misin?

Mert çok dolu bir insan. Çok karakterli, bilgili, her zaman üzerine koyan ve sürekli kitap okuyan bir oyuncudur. Kendini geliştirmeye çalışan bir arkadaşımız. Gençlerbirliği’nin Süper Lig’den düştüğü sezon iki maç oynamış ve iyi bir performans göstermişti. Geçtiğimiz sezonun başında Erkan Sözeri Hocamız ona ilk on birde şans verdi. Takımla birlikte Mert de harika bir performans gösterince yurt içinde ve dışında herkesin dikkatini çekti.

Sen de kitap okuyan bir oyuncusun anladığım kadarıyla…

Evet… En son Halid Hüseyni’nin Uçurtma Avcısı’nı okudum. Şimdi sırada yine Hüseyni’nin Bin Muhteşem Güneş’i var. Miguel Angel Violan’ın Pep Guardiola’yı anlattığı Oyunu Değiştiren Felsefe kitabı da yine elimin altında.

Yeniden futbola dönersek, başladığın günden beri ön libero mu oynuyorsun? Bugünkü mevkiin süreç içinde nasıl şekillendi?

Hacettepe’deki ilk sezonuma Cafer Aydın’la başlamıştık. O beni ön libero oynattı. Daha sonra Mustafa Kaplan Hocamız geldi ve beni bir devre 10 numara olarak değerlendirdi. Hacettepe’nin öncesinde Gençlerbirliği U21’de santrfor oynamış ve 17 maçta 10 gol atmıştım. Ben kendimi hep ön libero olarak görüyordum ama hocalarım nerede görev verirlerse orada oynadım (gülüyor).

Ön libero mevkii hem rakibi karşılamak hem alanı iyi kontrol etmek hem de oyunu kurmak açısından çok kritik ve büyük bir sorumluluk ve tecrübe istiyor. Bu sorumluluk omuzlarına nasıl bir yük bindiriyor ve sen bu yükü taşıyabilmek için neler yapıyorsun?

Toplu oyunda topu iyi kullanabilmeniz, sahayı arkadan görebildiğiniz için oyunu sezebilmeniz gerekiyor. Topsuz oyundayken de topun oynandığı alanı iyi daraltabilmeniz, gerektiğinde agresif, gerektiğinde kesici olmanız gerekiyor. Bir yandan stoperlerinize yardım etmeniz, bir yandan 8 numaranın açtığı alanı doldurmanız ve hatta gerektiğinde atağa çıkmanız gerekiyor. Çok kapsamlı bir göreviniz var yani… Bunun için fiziksel olarak güçlü olmanız, sezgilerinizin kuvvetli olması gerekiyor. 

Hocaların senin hangi özelliklerini beğeniyor, hangi yönlerini geliştirmen gerektiğini düşünüyor?

Hocalarımdan toplu oyunla ilgili fazla bir şey duymuyorum ama topsuz oyunumu biraz daha geliştirmem gerektiğini söylüyorlar. Tabiî ben de onları can kulağımla dinliyorum. Topsuz oyunda daha agresif, daha istekli ve topa müdahale ederken daha kararlı olmam konusunda beni uyardıkları oluyor. Bunlara dikkat etmeye çalışıyorum.

Takım antrenmanlarıyla yetiniyor musun, yoksa ekstra antrenmanlar da yapıyor musun?

Özel antrenman hocam var. Onunla haftanın beş günü çalışıyorum. Takımın idman programına göre bir çalışma temposu belirliyor benim için. Bazen takımla çok ağır antrenmanlar yaptığımızda hocama “Beni dinlendir” diyorum, o da bana rejenerasyon idmanı yaptırıyor. 

Çok genç bir oyuncusun ama hem 2. Lig hem 1. Lig hem de Süper Lig tecrübesine sahipsin. Her ligin kendine has özellikleri var. Farklı liglerde oynamanın sana neler kazandırdığını anlatır mısın?

Türkiye’de şöyle bir şey var, lig düştükçe oyunun kalitesi ve topun oyunda kalma süresi düşüyor ama zorluklar artıyor. 2. Lig’de 1.5 sezon oynadım. O sırada 18-19 yaşındaydım. Altyapıdan çıkıyorsunuz ve 2. Lig’de oynarken futbolun çok daha farklı olduğunu görüyorsunuz. Oyunu oynarken sadece rakibinizle değil, kendi takım arkadaşlarınızla da savaşıyorsunuz. Bunu şu anlamda söylüyorum; takım arkadaşlarınızın da hatalarını kapatmak için çok ciddi bir uğraş veriyorsunuz. Geçtiğimiz sezon Gençlerbirliği ile 1. Lig’de şampiyonluk yaşadım, şimdi de Süper Lig’e adapte olmaya çalışıyorum. Ligin seviyesi yükseldikçe futbol basitleşiyor ve güzelleşiyor, siz de oynadığınız oyundan daha fazla keyif almaya başlıyorsunuz.

Gençlerbirliği sezona iyi başlayamasa da son haftalarda daha derli toplu bir görüntü sergiliyor ve aslında kaybettiği maçlarda bile iyi futboluyla göz dolduruyor. Takımının hedefleri konusunda neler söylersin?

Aslında sezon başından beri kötü futbol oynamadık ama skor anlamında şanssızlıklar yaşadık. Bizim gol olması gereken toplarımız girmedi ama rakiplerimizin girmeyecek toplarından gol yedik. Sadece Antalyaspor maçında çok farklı bir şey yaşadık, o maçta her vurduğumuz gol oldu. Dediğim gibi lige iyi başlayamadık ama Hamza Hoca geldikten sonra dört maçta sekiz puan aldık. Şu anda takımın havası muhteşem. Arkadaşlık olsun, birliktelik olsun, savaşma ruhu, hırs ve azim olsun çok üst düzeydeyiz.

Hamza Hamzaoğlu’nun gelişi ile ne değişti sence? İlk on birinize bakıldığında taşların çok da yerinden oynamadığını görüyoruz…

Her yeni teknik adamın gelişinde, oynamayan oyuncunun oynama isteği artıyor. Aynı şekilde oynayan oyuncunun da formasını koruma isteği yükseliyor. Bu durum idman performansını ciddi bir biçimde etkiliyor. Dolayısıyla bu performansın yükselişi sahaya da olumlu yansıyor. Sahadaki oyuncu yerini korumak için çok daha fazla efor sarf ediyor.

Geçmişte yabancı oyuncuların sayısı bu kadar fazla değilken, ülkemize gelenlerden genç oyunculara yaşantıları, antrenman ve saha performansları, tecrübeleri ile de örnek olmaları beklenirdi. Gençlerbirliği’nde seni etkileyen böyle bir oyuncu var mı?

Takım kaptanımız Stephane Sessegnon tam da tarif ettiğiniz gibi bir oyuncu. Her maçtan önce, gerekirse her maçtan sonra ve saha içinde benimle sürekli konuşuyor, beni yönlendiriyor. 35 yaşını geride bırakmış çok tecrübeli ve yetenekli bir oyuncunun aynı zamanda ne kadar hırslı, ne kadar istekli olduğunu da görüyorsunuz. Maç içinde bana sürekli uyarılarda bulunuyor, yön veriyor. Genç bir oyuncu olduğumu görerek benim gelişimime katkı sağlamaya çalışıyor. Bir de geçtiğimiz sezon Selçuk Şahin abi vardı… Benim örnek aldığım birinci insan Selçuk abiydi. Ben takıma sezon sonunda girebildim ve onunla birlikte oynama şansı buldum. Ben 6, o 8 numara pozisyonundaydı. Çok etkilendiğim bir oyuncu olduğunu söylemeliyim.

Futbola birlikte başladığın pek çok oyuncu bugün oyunun dışında kalmışken senin aradan sıyrılıp bugünkü noktaya gelmenin en önemli faktörleri neler? 

Çocukken bir süzgecin içine giriyorsunuz ve o süzgeç sürekli sallanıyor; birileri düşüyor, birileri kalıp yoluna devam ediyor. Futbolcu olmak isteyen milyonlar var ama biraz şans ve biraz nasip gerekiyor. Eğer bir yüzde vermek gerekiyorsa, yüzde 51’i kendine bakmaktır. Çünkü bu işin içinde sakatlık var, formsuzluk var. Ama beslenmenize, uykunuza, dinlenmenize, özel hayatınıza dikkat ederseniz, futbol konusunda ulaşamayacağınız bir hedef yok. 

Beslenme demişken, bu konuda da özel antrenörün gibi bir beslenme danışmanın var mı?

Beslenme benim çok önem verdiğim konulardan birisi ve birçok diyetisyenim oldu. Bilerek farklı diyetisyenlerle çalıştım. Bedeninizle bir iş yapıyorsunuz ve bedeninizi besleyen şey yediğiniz öğünler. Birden fazla diyetisyenle çalışmamın sebebi farklı tarz ve stilleri öğrenmekti. Şu anda beslenme konusunda ortalama bir bilgi sahibiyim. Ne zaman, ne kadar ve ne yemem gerektiği konusunda planlamamı yapabiliyorum.

Oynadığın mevki itibariyle kendine örnek aldığın, beğendiğin oyuncular var mı?

Elbette var… Busquets, Casemiro ve Fabinho… Busquets’in Barcelona’dan başka bir kulüpte aynı performansla oynayabileceğini düşünmüyorum ama Barcelona’nın sistemi içinde çok önemli bir oyuncu. Ne çok çabuk ne de çok süratli bir oyuncu ama fiziksel olarak bacakları uzun ve bu sayede kesici özelliği çok yüksek. O kadar agresif bir oyuncu da değil ama çok az top kaybıyla oynayabiliyor. Casemiro’nun agresif oyununu seviyorum. Fabinho’nun da alan kapatmasını ve topla oynama becerilerini çok beğeniyorum. Hepsinin farklı özelliklerinden bir şeyler öğrenmeye çalışıyorum. Maçlardan önce bile oyuncuların videolarını izlerim. Kendimi motive etme şekillerimden birisi de budur.

Kendi muhasebeni nasıl yapıyorsun?

Maçtan bir ya da iki gün sonra kulüpten analizlerimiz verilir. 15-20 dakikalık videoda ne yapıp ne yapamadığımız gösterilir. Ben ne yaptığımdan çok ne yapamadığımla ilgilenirim. Yapamadıklarımı yaparak gelişebileceğimi biliyorum. Mesela bazı maçlarda çok kolay eksildiğimi gördüm ve bundan kurtulmaya çalışıyorum. Babam da çok iyi bir analizcidir ve maçlardaki performansım üzerine konuşuruz.  Lâfını da hiç esirgemez ve tatlı sert eleştirilerde bulunur.

Seni benzettikleri bir oyuncu var mı?

Fiziksel olarak ve oynadığım mevki açısından Busquets’e benzetenler var.

Ümit Millî Takım oyuncusu olmak ve ay-yıldızlı formayı giymek sana neler hissettiriyor?

Her Ümit Millî Takım kadrosu açıklandığında ailece çok mutlu oluyoruz. Onların anne-babalık duyguları kabarıyor. Bir iş yapıyorsunuz ve bu işin başarı ölçülerinden en önemlisi de Millî Takımlara seçilmek. Buraya geldiğinizde en büyük mükâfatı alıyorsunuz.

A Millî Takımımız EURO 2020 finallerinde yer alacak. Senin hayallerinin arasında EURO 2020 finalleri nerede duruyor?

Şu andaki tek hedefim, zamanı gelip Şenol Güneş Hocamız beni çağırdığında kendimi en iyi şekilde göstermek. Sanırım EURO 2020 finalleri için geniş bir kadro açıklanacak, ben de o geniş kadronun içinde yer alabilmeyi hayal ediyorum.

Millî Takımımızın elemelerdeki performansı hakkında ne düşünüyorsun?

Açıkçası Fransa’yı yenebileceğimizi hiç kimse beklemiyordu. Ama Şenol Hocanın takımın başına gelmesinden sonra sahadaki on bir oyuncuyla saha dışındaki 80 milyonun arzu, hayal ve istekleri tamamen örtüştü. Herkes aynı anda aynı şeyi istediğinde olmayacak zannedilen şeyler bile oluyor. İçerideki Andorra, Arnavutluk ve her iki Fransa maçında da bunu çok net biçimde gördük.

Sanırım senin izleyebildiğin ilk büyük turnuvamız, yarı final oynadığımız EURO 2008’di. O günleri nasıl hatırlıyorsun?

Aklıma gelen ilk şey Nihat Kahveci’nin Çek Cumhuriyeti maçında attığı gol… Türkiye o duyguları özledi. EURO 2008’i evde izliyordum. Bir Millî Takım formam vardı ve o formayı turnuva boyunca üzerimden çıkartmamıştım. Çünkü o takım bunu hak ediyordu. Sonrasında zor dönemlerden geçtik ama bugünkü Millî Takımımız da yine o sevgiyi, ilgiyi ve coşkuyu hak ediyor.

Peki, üzerinde formasıyla EURO 2008’i seyreden çocuk, bugünleri hayal ediyor muydu?

Hayır, açıkçası etmemiştim. Ama bugün daha fazlasını hayal ediyorum (gülüyor).

Kariyerini nasıl planlıyorsun?

Şu anda Gençlerbirliği’nde oynuyorum ve ilk hedefim üzerimdeki formayı kimseye vermemek. Ancak Mert Çetin bize çok güzel bir yol açtı. Hem bana hem de Gençlerbirliği’nin altyapısı ve A takımındaki tüm oyunculara… Demek ki neymiş; Gençlerbirliği’nden direkt yurt dışına gidilebiliyormuş. İlle de İstanbul’da oynamak gerekmiyormuş. Benim hedefim ülkemi yurt dışında temsil etmek. Bunu canı gönülden istiyorum. İnşallah da olacak. 

Bir dönem Atina’da yaşamış olmak ve iki dil bilmek de senin yurt dışında oynama ve orada kalıcı olma düşünceni biraz daha kolay uygulanabilir hale getiriyor sanırım…

Bunları daha önce düşündüm. Yurt dışına gittiğimde yemeğiydi, iklimiydi gibi mutlaka bir uyum süreci olacaktır ama dil bildiğim ve kolay iletişim kurabileceğim için o uyum sürecini rahat atlatabileceğimi düşünüyorum.

Hangi ligi hayal ediyorsun?

İspanya ve Almanya liglerini… İtalya’da biraz daha fazla kuvvet önemli. Futbolun Şampiyonlar Ligi Premier Lig ama İngiltere’de çok yağmur yağıyor ve ben o havayı sevmiyorum (gülüyor). İspanya ve Almanya’da ise toplu oyunun daha keyif verici oynandığını düşünüyorum. Şaka bir yana Almanya’da oynarsam inşallah oradan da Premier Lig’e geçebilirim (gülüyor).

Futbolun dışındaki hayatında neler var? Hobilerin neler?

Boş vakitlerimde de spora gidiyorum. Dediğim gibi haftanın beş gününde özel hocamla antrenman yapıyorum ve kalan vakitlerimde de dinleniyorum. Bunların haricinde dışarı çıkıp arkadaşlarımla okey veya tavla oynamayı çok seviyorum. Mert benim iyi bir tavla arkadaşımdı aynı zamanda… Playstation yerine karşımdakiyle direkt iletişim kurabileceğim oyunları tercih ediyorum.